Reklam Alanı (Gövde Üst Reklam) Bu alana reklam ver

M . Kemal Pilavoğlu’nun Hayatı

blank
MÜFİT ONBAŞI tarafından
15 Kasım, 2011 11:54 tarihinde yayınlandı /Güncelleme: 22.03.2024 12:08
Okuma Süresi: 8dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

1- Mehmet Kemal Pilavoğlu. Eskilerin yakinen tanıdığı, yeni neslin ise sağdan soldan doğru yanlış bilgilerle ismini duyduğu bir zat.

Kendisi Türkiye’deki Ticani tarikatının şeyhi, lideri… Hayatı hapishanelerle, sürgünlerle, onu yakından tanıyan çoğu insana göre iftiralarla geçmiş birisi. Ama özellikle 1940’lı ve 50’li yıllarda özellikle Türkçe ezanın karşısındaki dik duruşları ve ses getiren eylemleriyle bir döneme damgasını vurdu. Hapishane, işkence ve sürgünleri kendilerine mükâfat olarak gören ve yılmak nedir bilmeyen bir direniş gösteren bir yapıya sahiptiler. Aynı hızla devam etseydi, günümüzün en önemli oluşumlarından biri olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Edindiğimiz bilgilere göre bazı Ticani müritlerinin şeyhleri Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Atatürk heykellerine saldırılarının ve Celal Bayar’ın Atatürk’ü koruma Kanunu’nun çıkarmasının başlıca sorumluları olarak görüldü.

Yazı dizimizin başlangıç noktası Kemal Pilavoğlu’nun torunu Selahaddin Altunbaş’la tanışmamız oldu. Bize dedesini anlatan Altunbaş, sadece bununla yetinmeyip, Pilavoğlu’nun hayatını geçirdiği ve gözlerini yumduğu Hamamönü’ndeki tarihi evine götürdü. Bir kültür ve ilim derneğine dönüştürülen evde, Dernek Sorumlusu ve Pilavoğlu’nun müritlerinden Hilmi Benli’nin bizimle paylaştığı anekdotlar dinlenmeye değerdi. Pilavoğlu’nu yaşamından, anılarından, kullandığı araç gereçlerden, eserlerinden faydalanarak yakından tanımaya çalıştık. Derneğin Sorumlusu Hilmi Benli -kendisi Pilavoğlu’nun müridi ve yazıcısı- Pilavoğlu’nu anlattı; bize anılarını anlattı. Anlatırken duygulu anlar yaşayan Benli, onun ilmine ve yazarlığına olan hayranlığını vurguladı. Yazımızın ilk bölümüne Pliavoğlu’nu ve Ticani liderliğine giden süreçle başlayalım.

1906 yılında Ankara’da ailesinin tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Zengin bir aileden gelen doğan Pilavoğlular kazan kazan pilav pişirip ihtiyaç sahiplerine dağıttıkları için pilavoğlu ismini aldı. Başkent Ankara’da 410 senelik Pilavoğlu Han bulunmaktadır. Tahsilini Ankara Hukuk Fakültesi’nde başarılı bir şekilde sürürken, Pilavoğlu 1926 yılında Beyrut ulemasından birini İstanbul’da ziyaret ediyor. Bu kişide Pilavoğlu’na Ayasofya Camisi’ne gidip Medineli Abdülkadir Medeni’yle görüşmesini söylüyor. Görüşme sırasında milletime nasıl faydalı olabilirim diye soran Pilavoğlu’na, bu zat Peygamberimizin hizmet esaslarına uy, Allah’tan kork, bütün varlığınla işine sarıl, bol bol salavat getir. İyi olacak inşallah” diyor.

Böylelikle Pilavoğlu, Hukuk Fakültesi son sınıftayken öğrenimini yarım bırakıyor. Tefsir, hadis, siyer, fıkıh üzerine kendini geliştiriyor. Osmanlıca ve Türkçe eserler üzerine yazıyor. Sohbetler düzenliyor. Sohbetine katılanlarla dostluk halkası kuruyor.

25 yaşındayken gördüğü bir rüya hayatının dönüm noktası oluyor. Bir gün rüyasında Peygamber efendimizi kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaatle namaz kılarken görüyor. Peygamber efendimiz namazdan sora dönüp Pilavoğlu’na bir zatı tavsiye ediyor. Aynı yıl içerisinde Arif Hikmet Kütüphanesi’nin Medineli Müdürü’yle İstanbul ziyaretinde karşılaşınca, peygamberin tavsiye ettiği şahsın kendisi olduğunu fark ediyor. Ve karşılaşmadan itibaren kendisine hürmet ediyor. Bu kişi Muhammed Haşim’den Pir Ahmet Ticani’ye kadar olan şeyh silsilesine Kemal Pilavoğlu’nu da ekliyor.

2 TİCANİLER…

Cezayir Berberi kabilesinden Ahmet Ticani 1758 yılında Fas, Mekke ve Medine’yi dolaşarak, Kahire’ye geldi. Şeyhlerle tanışıp tasavvufla meşgul oldu. Kadirilik, Tevbilik ve Halveti tarikatlarına girdikten sonra Ticani tarikatını kurdu.

Bu Tarikatın piri Ahmet Ticani,  şecere itibari ile Hz. Hasandan gelir. Ticanilik  ismi ve vefat eden validesinin mensup olduğu kabilenin isminden  kalmadır. Pilavoğlu, “Resulüllahı gördükten sonra feyzim birdenbire arttı, hakikatler bana ayan oldu ‘’ demiştir. Pilavoğlu bu tarihten itibaren çalışmalarına devam etmiş, yıllarca Allah ve Resulü uğrunda mücadele etmiş yazı ve makaleleri ile islama ve insanlığa hizmete kendini adadı. Kendisi Ankara’da yaşıyordu Ankara’nın civarındaki köy ve kazalarından, Türkiye’nin çeşitli beldelerinden gelen insanlar etrafında toplanmaya sohbetlerinde bulunmaya talebesi ve müridi olmak için topluluğa katılıyorlardı. Pilavoğlu, zamanın ilim adamları, mutasavvıfları, hocaları ve Diyanet İşleri başkanları  ile de görüşmüş bu insanların bir kısmı genç Pilavoğlu’nda gördükleri yüksek  şahsiyet, vakar ve derin muhabbetine dini konulardaki yüksek düşünce, fikir ve görüşlerine hayranlıklarını çeşitli vesilelerle ifade etmişler; ancak bazı insanların da eleştirisine maruz kaldı.

Ticaniler ismini 1942 yılında  Pilavoğlu’nun müridlerinden Sadık Çakırtepe, Arapça ezan okunduğu yıllarda Ulus’taki Zincirli Camii okuduğu Arapça ezanla duyurdu. Olay Çakırtepe’nin tutuklanmasıyla kapandı.

Ticanilerin bir diğer önemli girişimi, yine Pilavoğlu’nun müritlerinden Yusuf Özcan Hacı Bayram Camii’nde hocanın devlete itaati ve vatana bağlılığı anlatırken, kalkıp Arapça ezan okuması oldu. Camideki jandarmaların hemen kalkıp Özcan’ın ağzını eliyle kapatmaya çalışırken, Özcan jandarmanın elini ısırıp, ezanı tamamlamaya çalışıyor.  Bu sırada İmam’ın yakalayın diye bağırması da olayın düşündüren bir başka boyutu oluyor. Karakolda dövülürken, içeri giren komiserin neden dövüyorsunuz sorusuna, Allahu Ekber diye ezan okudu cevabı verilince, komiser, “Allah diyen dövülür mü?” diyerek, serbest bırakılması talimatını veriyor. Daha Sonra dönemin Ankara Valisi İzzettin Çapar, Yusuf Özcan’ı çağırarak Neden Arapça ezan okudun? Sorusuna Özcan, “1300 yıldır Müslümanların ortak çağrısı olan ezanın değiştirilmesi, Kuran ve Peygamber düşmanlığıdır.’ cevabını verir. Bunun üzerine, “Aferin Yusuf efendi, senin gibi 100 tane cesur adam olsaydı, bu hale düşülmezdi” diyen Vali Çapar’ın valiliği de devam etmiyor.

En ses getiren olayları ise TBMM’de gerçekleşiyor. 1949 yılında TBMM’nin misafir locasında Muhiddin Ertuğrul birden ayağa kalkıp Türkçe ezan okur. Görevliler tam müdahale edip etkisiz hale getirirken, diğer taraftan Osman Yaz, ayağa kalkıp ezanı tamamlıyor. İkisi de sonunda gözaltına alınıyor.

3- HAPİS VE SÜRGÜN HAYATI

1942’de okudukları Arapça ezanla duyuran Ticaniler, 1943 yılında basıldı. Şeyhleri M. Kemal Pilavoğlu ve 24 müridi tutuklanıp cezaevine konuldu. Suç unsuru olarak ele geçirilen materyaller, 500’lük iki tespih, 23 maddelik esaset ele geçirildi. Esasatte, sabah ve akşam 2 defa 100 estağfurullah, 100 la ilahe illallah, 100 salavat söylenip, 1000 veya 1600 kez toplu halde La ilahe illallah veya ‘Allah’ denileceği gibi ibareler yer alıyordu.

24 mürit içki, zina, kumardan uzaklaşıp, İslam’la ahlaklanmış kişilerdi. Suçlu bulundu. Hapishane yılları başlamış oldu. Pilavoğlu, ifadesinde, “Peygamber ahlakı yolumuz, Kuranı Kerim düsturumuz, her şeyi ondan alır ona göre hareket ederiz. Siyasi bir gayemiz yoktur. Hakkımızda ne kadar ceza verilirse, inancımızdan vazgeçmeyiz” demiştir.

Pilavoğlu’nun deli olup olmadığının anlaşılması için üç hafta akıl hastanesinde kontrollerden geçirildi. Akıl sağlığının yerinde olduğu tespit edilip, tekrar cezaevine gönderildi. 1952’de 74 Ticani’ye çeşitli cezalar verildi. Pilavoğlu’da 10 yıl hapis, 10 yıl sürgün cezalarına çarptırıldı. Sürgün cezası 5 yıl Bozca ada ve 5 yıl İmroz olarak belirlendi. Ulucanlar Cezaevi’nde Pilavoğlu, afla yaklaşık 7 yıl sonra serbest kaldı. Pilavoğlu’nun bilgisi ve isteği dışında Ticanilere bağlı bazı müritlerin Atatürk büstlerine saldırması olayları sonrası, Celal Bayar’ın çıkardığı Atatürk’ü Koruma Kanunu ile Laiklikle devletin düzeniyle alakalı 163. Madde genişletildi, cezalar artırıldı. Yaklaşık 40 yıl bu kanun üzerinden yaptırımlar yapıldı.  Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, hükümetteki Demokrat Parti’yi “irticaya taviz verme” iddialarıyla sıkıştırma vesilesi olmuş ve malum koruma kanunu çıkartılmıştır.

MAHKEME ANISI: Mahkeme safahatlarından birini, kuvvetli hafızası ve o zamanki canlılığı  ile isimleri de zikrederek anlattığına göre, o zamanlar Ankara’nın  tanınmış hocalarından olan Topçu Hocayı, Solfosollu Hatibi Musluoğlu’nu  ve Hamamcı Ethem Hocayı, hakim mahkemeye  şahit ve bilirkişi olarak çağırmış ve bu hocalardan Topçu hocaya;  Pilavoğlu  ve adamları ne yapıyor? diye sorduğunda; hoca hakime, “Efendim  bu adamlar gençleri  kandırıyorlar, salavat getiriyorlar deyince, Pilavoğlu’nun avukatı ayağa kalkıp hakime, ‘’Efendim müvekkilim Kemal Pilavoğlu’nun getirmiş olduğu salavat farz mı, vacip mi, sünnet mi imiş? hoca efendiye sorar mısınız’’ diyor.  Hoca da ‘’Hayır efendim ne farzdır, ne vaciptir, ne sünnettir, menduptur, pamuk çuvalı kadar hükmü yoktur ‘’ diyor. Onun bu sözü üzerine o zamana kadar son derece sakin olan ve bütün iftiralara sukunetle karşı duran, Pilavoğlu ayağa kalkıp ve salavatı inkar bu hocaya bir ayet-i kerime okumuş ve ayetin  manasını hocaya sormasını hakimden rica ediyor. Hoca cevap veremeyince, Pilavoğlu hakime, “Ayet mealinin  Allah ve meleklerinin bile  Resulüllah üzerine salavat getirdiği halde, bir ümmeti olarak onun üzerine salavat getirmeyelim mi?” dediğinde hoca buna karşılık ömründe bir kere salavat getirmek farz şeklinde bir cevap vermek zorunda kalıyor.

Hapishane hayatında arkadaşları ile beraber aynı koğuşları paylaşmışlar ve bu koğuşlarda geçen yıllar içerisinde meydana gelen olaylar, hapishane idaresi ile olan münasebetleri ve oradaki yaşantısına ait olayları anlattığı hatıralar ve ibret verici maddi manevi olaylar vardır ki bu olayları yaşayanlar veya buralarda yaşananları ilk ağızdan dinleyen çevresindekilerin birçoğu bugün hayatta. Hapishaneden  çıktıktan sonra gazeteciler, polisler ve müritleri evinin etrafında görüşüp konuşabilmek için 3 gün beklemişler, üçüncü günün sonunda 15 yıl devam edecek olan sürgün ve gurbet yılları başlıyor.

4- BOZCAADA SÜRGÜNÜ

Müritlerin bir kısmı çeşitleri beldelere; Pilavoğlu da Bozcaada’ya sürgüne gönderilmiş 1958 yılından 1974 yılına kadar burada yaşamıştır. Bozcaada’da müritleri kendisini yalnız bırakmamış devamlı olarak ziyaret ediyor. İlk yıllarda Bozcaada’ya gelen müritler sorguya çekilmiş, adaya niye geldiği, ne kadar kalacağı, nerede kalacağı hakkında sorular soruluyor. Pilavoğlu adada boş durmayıp burada günleri dolu dolu geçmiş yine yazılarına devam ediyor. Bugün mevcut olan eserlerinin birçoğu adada kaldığı yıllarda kaleme alındı. Bu eserler yazılırken Pilavoğlu’nun yanında birçok katipler bulunmuş. Bu katiplerin Pilavoğlu  ile çalışmaları hakkında anlattıkları çok hatıraları vardır. Bütün katiplerin anlattığına göre, saatler süren bu yazım işinde Pilavoğlu’nun söylediği cümleleri kaleme almakta güçlük çektiklerinden şikayet ediyorlar yazmaya yetiştiremiyorlar. Şuan derneğin sorumlu olan Hilmi Benli de Pilavoğlu’nun birkaç defa kâtipliğini yaptı.

Benli, “Bir defa bu yazım esnasında efendim şurasını anlayamadım veya duyamadım lütfen tekrar eder misiniz? dediğimde kızdığını ve dikkatli olmam gerektiğini söylediğin hatırlıyorum. Çünkü bu yazıları yazdırırken Pilavoğlu herhangi bir nota bakmadan duraklamadan cümleleri peş peşe sıralar katipler de söylenenleri yazmaya çalışırlardı. Öncelikle el yazısı ile yazılan bu yazılar daktilo edildikten sonra katipler  tarafından huzurunda okunduğunda son derece düzgün cümlelerle kaleme alınmış edebi bir yazı ve makale ile karşılaşırdık. Tahsis için incelendiğinde imla hatalarından başka herhangi bir değişiklik, ilave, eksiklik veya fazlalık bir şey olduğu görülmemiştir.” diyerek bir anısını bizimle paylaştı.

Buna benzer çok hatırası olduğunu dile getiren Hilmi Benli, Bozcaada’da bulunduğu zaman yerli  halk ilk zamanlar kendisine mesafeli durmuş, tereddütle yaklaştığını söyledi. Benli,  “Üstadın din adamı olma yönünden başka sosyal yönleri de vardır. Adada çok hizmetleri olmuştur yol yaptırmış, çeşmeler yaptırmış, camileri tamir ettirmiştir. Modern ekmek fırını yaptırarak düzenli ekmek imal ettirmiş, bağ ve bahçeler satın alarak burada ada halkı için sebze, meyveler yetiştirmiş, modern ahırlar kurarak hayvancılık yapmış süt, yoğurt vs. ihtiyaçlarını temin etmiştir. Yalnızca üzüm ve şarapçılıkla uğraşan ada halkına birçok iş alanında öncülük etmiştir, bağlardaki üzümlerin bir kısmı o zamanlar nakliye zorluklarından veya satılmadığından dolayı elde kalan üzümleri adadaki şarapçılara vermemek için ‘’Ne yapalım denize dökün balıklar da Allah Allah diyor ‘’ dediği hala hatırlardadır. Ard düşünceden uzak olarak tarafsız konuşan Ada sakinlerinin hepsi şimdi onu rahmetle anmaktadırlar. Üstad adada bulunduğu süre içerisinde yanında devamlı olarak 20-25 müridi bulunurdu bağlarda, bahçelerde çalışırlar yer içerler akşamları efendi hazretlerinin sohbetlerine katılırlar, zikirler yaparlar günlerini neşe içinde geçirirlerdi. Bunun aksine olarak bazı garazkar insanların dediği gibi Pilavoğlu adamlarını zorla çalıştırıyor iddiaları yersizdir. Hiç kimseyi, istemediği bir yerde bir başkası için bir saat dahi çalıştıramazsınız. Bu tamamen manevi duygular içinde olan ve yapılan bir harekettir. Nasıl ki maldan, candan, evlattan, vatandan vazgeçip Resulüllah’ın  etrafında toplanan ve onun uğruna hicret eden ashap hangi duygular içerisinde bulunuyor idilerse o Resule hayran olan üstad Pilavoğlu ve müridleri da herhalde benzer duygular içerisinde bu fedakarlıklarda  bulundular.” diye konuştu.

“PİLAVOĞLU’NU ANLAMAK İÇİN OKUYUN”

İlahi ışık İlim ve Kültür Derneği sorumlusu Hilmi Benli, “Üstadın ilmini ve bilgisini biz burada birkaç satırla anlatmak durumunda değiliz, onu tanımak ve anlamak isteyenler tarafsız bir gözle dedikodulara aldırmadan, şu anda elimizde mevcut olan 200 adede yakın olan kitaplarını ve yüzlerce makalesini okuyup öyle değerlendirmesi  lazımdır. O zaman onun Allah (CC) ve Resulullah (SAV) aşığı benlikten ve gururdan uzak,hak için,adalet için,dünyalardan korkmayan,hiçbir baskıdan yılmayan son derece cesaretli ve nispette de mütevazi bir kişiliğe sahip olduğunu anlayacaktır. Hayat boyunca birçok insanlarla görüşüp müşaverelerde bulunmuştur, ziyaretine gelen insanlar onunla konuştuktan sonra, onun düşmanı dahi olsa sonradan takdirlerini belirtmişlerdir” diye konuştu

PROFESÖR OLAYI

Pilavoğlu’nun adada bulunduğu sırada şahit olunan bir olayı hatırlatan Benli, “İstanbul’dan bir profesör gelmişti. Üstadı ziyaretine karşılıklı görüşme esnasında ilmi ile mağrurlanan profesör konuştu. İslam’dan bahsetti diğer konulardan bahsetti. Üstad büyük bir ve karla dinledi ve kısa cümlelerle profesöre verdiği cevaplardan profesör mahcup bir şekilde, “Efendim kusura bakmayın boş teneke çok ses çıkarırmış” dedi ve çıktı gitti” diye konuştu.

5- ANKARA’YA DÖNÜŞ VE ESERLERİ

1974 yılında adadan Ankara’ya dönen Pilavoğlu burada yazılarına devam etti, kitaplar bastırdı. Pilavoğlu’nun göze görünen en büyük faaliyeti dini yazılar yazmak ve kitap yayınlamaktı. İlk basılan kitabı bugün bile meşhur olan ‘’ Din Rehberi ‘’ isimli kitabıdır. 1949 yılında basılı bu kitabı diğer eserler takip etmiş ve 1974 yılında 200 adede ulaştı. Bu eserlerin mükerrer baskıları halen devam ediyor. Ayrıca 1967-1968 yıllarında Ankara’da yayına başlayan İlahi ışık adı altında 15 günde bir çıkan gazetenin yazılarının birçoğunu Pilavoğlu yazdı. Gazete 1974 yılına kadar yayına devam eden bu gazetede çıkan yazıları o zaman büyük yankılar uyandırdı. Gerek dini çevrelerden, gerek siyasi çevrelerden tepkiler aldı. Pilavoğlu, bu tepkilere ve itirazlara aldırmadan yazılarına devam etti. Yazılarının kaynağı mutlaka Ayet-i Kerime ve Hadisi şerife dayandığı için tepkiler kısa zamanda sönüp gitmişti. Gazetede’’ sorular ve cevaplar’’ isimli bir bölüm açılmış, bu bölümde Türkiye’nin her tarafından Avrupa’dan, Amerika’dan Müslümanların sorduğu sorulara Pilavoğlu’nun Ayet ve Hadislerin ışığı altında cevaplar verdi. O zamana kadar bazen aynı sorulara verilen cevaplardan farklı cevaplar verdiği için tartışma ortamları doğdu, gerek diyanet camiasında gerek diğer tarikatlar camiasında değişik yorumlar yapıldı. Fakat sonunda yine haklı çıkmış, bu cevaplar sade bir lisanla, demogojiden uzak olarak verilen net ve yalın cevaplardı.

VEFATI…

İyi gününde, kötü gününde, sağlığında ve hastalığında sadık müritleri etrafından asla ayrılmadı. Onlarla beraber yaşadı, onlarla beraber güldü, onlarla beraber çileler çekti. Pilavoğlu’nun fırtınalı hareketli, dolu dolu yaşanan hayatı vefatına kadar öylece sürdü. 2 Ocak 1977 yılında Ankara’da vefat etti. Başta ailesinin, sevenlerinin, ihvanlarının tekbir ve tehlilleri ile Cebeci Asri-i Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hayatında olduğu gibi memadında da müritleri onu yalnız bırakmadı. Kabrini her zaman ziyaret ederek Fatihalar, dualar okumaya devam ediyorlar. Yıllar önce bir şiirinde ‘’Öldüğüm gün bayramımdır, bayramım ‘’ diyen Pilavoğlu için, Benli, “O çok sevdiği muhabbet ettiği adını dilinden düşürmediği üzerine salavat-ı Fatihalar okuduğu Allah Resulü Muhammed Aleyhisselama kavuştuğunda  onun hakiki bayrama erdiğine inanıyoruz” dedi. Haber: Kenan ERGEN

Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Kanser nezle gibi tedavi edilebilecek

blank
MÜFİT ONBAŞI tarafından
14 Aralık, 2025 11:48 tarihinde yayınlandı
Okuma Süresi: 3dk
Yorum Sayısı: 0
Reklam Alanı (İçerik Öncesi) Bu alana reklam ver

Dünyada kanser olarak bilinen hastalık, 2018 yılında Amerika ve Japonya’dan iki bilim adamı, “immüno-onkoloji” olarak adlandırılan yeni bir onkoloji tedavi yöntemi için tıpta Nobel Ödülü alması ile bambaşka bir yöne çevrildi.

Çok tehlikeli ve korkunç olarak bilenen kanser, yakın zamanda evde nezle gibi tedavi edilebilir

Bir zamanlar tedavi edilemeyen ve birçok kişinin korkunç acılar içinde ölümüne sebep olan iskorbüt hastalığı tedavi edilemiyor ve her hangi bir ilacı yoktu. Ancak daha sonra bu hastalığa C vitamini eksikliğinin yol açtığı ortaya çıkmıştı. Bugün iskorbüt hastalığına hiç kimse yakalanmıyor. Öyle görünüyor ki, korkunç ve ölümcül bir hastalık olan “kanseri” de aynı kader bekliyor. Bunun nedeni, işlenmiş gıdaların kullanımı ve vitamin eksikliğidir. İnsanların bunu önceden bildiği, fakat kar etme tutkusundan dolayı sessiz kaldığı düşünülünce dehşete kapılmamak mümkün değil. Bugün aldığım bilgiye karşı farklı tutum gösterilebilir, ancak ben sadece sizinle paylaşmak istedim, unutmayın; “Kanser” denen bir hastalık yoktur. Kanser, sadece B17 vitamini eksikliğinden başka bir şey değildir. Ağır yan etkileri olan kemoterapi, ilaç tedavisi ve ameliyatı kabul etmeyin! Eski zamanlarda denizcilerin iskorbüt hastalığından müzdarip olduklarını hatırlayın, birçok kişi bu hastalıktan ölüyordu! Bazı kişiler de bundan sürekli kazanç elde ediyordu. Daha sonra ise iskorbütün sadece C vitamini eksikliğinden kaynaklandığını ortaya çıktı. Yani bu bir hastalık değildi! Kanser de aynı şey. Sömürgeciler ve insanlığın düşmanları tam bir kanser endüstrisi inşa ettiler ve çok büyük paralar kazanıyorlar.

Kanserin önlenmesi ve tedavisi hakkında bilmemiz gerekenler

Onkoloji endüstrisi II. Dünya Savaşından sonra büyümeye başladı. Kanserle mücadele etmek için her hangi bir prosedüre, tedavi kürlerine ve masraflara gerek yok! Bunların hepsi, sömürgecilerin ceplerini doldurmak içindir, çünkü kanser tedavisi uzun zaman önce bulunmuştur. Kanser sadece B17 vitaminin eksikliği olduğundan, her gün 15-20 kayısı çekirdeği tüketmemiz yeterli olur. Buğday filizi (tomurcukları) yiyin. Buğday filizi müthiş bir kanser ilacıdır. Bu, tüm kanser önleyici maddelerin en güçlüsü olan sıvı oksijenin ve laetril’in en iyi kaynağıdır. Bu madde, B 17 vitaminin (amigdalin’in) özüdür ve elma çekirdeklerinde bulunur. “Kanserin Ölümü” adlı kitabında Doktor Harold Manner, letril’in etkisinin kanser tedavisinde  % 90’ın üzerinde olduğunu yazmıştır!*

Amygdalin (B 17 Vitaminin) kaynakları

Tohum veya meyve tohumları doğadaki B 17 vitamininin konsantrasyon halidir. Bu, elma, kayısı, şeftali, armut ve kuru erik çekirdeklerini kapsıyor.  Fasulye filizi, mercimek filizi, lima fasülyesi ve bezelye gibi baklagiller ve tahıllar. Acı badem (doğada en zengin B 17 vitamini kaynağı) ve Hint bademi. Her türlü dut, yabanmersini, ahududu ve çilek. Susam ve keten tohumu.  Yulaf, arpa, kahverengi pirinç, buğday, darı, keten ve çavdar. Bu Vitamin ayrıca mayada, ham pirinçte ve balkabağında bulunur.

Kanser karşıtı ürünlerin listesi

Kayısılar (çekirdekler). Diğer meyvelerin çekirdekleri / tohumları: Elma. Vişne. Şeftali. Kültür eriği. Erik. Armut. Lima fasulyesi. Bulaşık deterjanın ve sıvı sabunun parçacıklarının vücuda girmesi, kanserin başlamasının ana nedenidir.* Bulaşıkları ne kadar iyi durulasanız durulayın, ufak bir deterjan parçası bulaşıkların üzerinde kalır ve vücudunuza girer. Bu zararlı maddeleri tamamen hayatınızdan çıkartmak istemiyorsanız, bunun da basit bir çözümü var. Bulaşık deterjanını (ve sıvı sabunu) sirke ile 50: 50 oranında karıştırın. İşte bu kadar! Artık asla kansere yakalanmayacaksınız! Dondurulmuş limonlar - kansere çaredir Bunu bilmiyor muydunuz? Restoranlar ve kafelerdeki birçok uzman, tüm limonları kullanır veya tüketir ve hiçbir şeyi boşa harcamazlar.* Bütün limonu israf etmeden nasıl mı kullanabiliriz? Son derece basit! Yıkanmış limonu buzdolabınızın dondurucusuna koyun. Limon dondurulduktan sonra rendeyi alın, tüm limonu rendeleyin (kabuğunu soymadan) ve yemeklerin üzerine serpin. Limonu sebze salatalarına, dondurmaya, çorbalara, pilav ve bulgura, makarnaya, spagettiye, pirince, suşiye, balık yemeklerine vs… katın. Bu liste sonsuza kadar devam edebilir. Tüm yemekler beklenmedik bir şekilde, daha önce hiç tatmadığınız lezzetli bir tada sahip olacak. Genellikle limon denince, sadece limon suyu ve C vitamini akla geliyor.  Şimdi Limonun Sırrını öğrendiğinize göre, limonu, bir bardak hazır erişte çorbasında bile kullanabilirsiniz. Kabuğu atmayı önlemenin ve yemeklere yeni bir lezzet katmanın haricinde bütün limon kullanmanın temel avantajı nedir? Limon kabuğu limon suyundan 5-10 kat daha fazla vitamin içerir. Ve siz genellikle kabuğu atıyorsunuz. Ancak şimdi, basit bir şekilde tüm limonun dondurulması ve ardından yemeklerin üzerine serpilmesi işleminin ardından tüm bu besin maddelerini tüketebilir ve daha sağlıklı olabilirsiniz. Limon kabuğu, vücuttaki toksik elementlerin yok edilmesinde güçlü bir indirgeyici ajandır. Yıkanan limonu dondurucuya koyun ve ardından her gün yemeklerin üzerine rendeleyin. Bu, yiyeceklerinizi daha lezzetli, hayatınızı daha sağlıklı ve daha uzun hale getirmenin anahtarıdır! Bu Limonun muhteşem Sırrıdır! Limon (Citrus), kanser hücrelerini öldüren harika bir üründür. Ayrıca kemoterapiden 10.000 kat daha güçlüdür. Böylece, limon kabuğunun hoş aromasının yanı sıra, limon suyundan 10 kat daha fazla vitamin içerdiği ve vücuttaki toksik elementlerle savaşmaya yardımcı olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat en önemlisi, limon kanser hücrelerini öldürmektedir. Neden biz bunu bilmiyoruz? Çünkü büyük şirketler, onlara inanılmaz karlar getiren sentetik analogların üretimi ile ilgileniyorlar. Gelirlerini tehlikeye atmamak için, limonun mucizevi özelliklerini gizli tutuyorlar. Limon ağacının bileşenleri, kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatmak için yaygın olarak kemoterapide kullanılan Adriamycin’den 10.000 kez üstündür. Ve en önemlisi, limon özü ile yapılan terapi sadece kötü huylu hücreleri yok eder. Yan etkisi olmadığı için limonları dondurun, rendeleyin ve sağlık için tüketin! Bu bilgilerin kaynağı heyecan vericidir. Bu bilgiyi, 1970’ten bu yana 20’den fazla laboratuvar testinin yapıldığını ve basit limonun, kolon, meme, prostat, akciğer ve pankreas kanseri gibi 12 türdeki kanser hücresini öldürdüğünü söyleyen, dünyanın en büyük ilaç üreticilerinden biri verdi… Ve daha da şaşırtıcı olan, limon özü ile yapılan tedavi türü, yalnızca malign kanser hücrelerini yok eder ve sağlıklı hücreleri etkilemez.   Haber Yazı: Halil İbrahim Kambak
Reklam Alanı (İçerik Sonrası) Bu alana reklam ver

Yorum Yaz

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.